Merhaba Gazetesinden Funda Kücükkoner ile yapmış olduğu röportaj
(7 Nisan 2009)

Ahmet
Baltacı ile din ve hayra hizmetle geçen bir ömür...
07 Nisan 2009 Salı 10:14
Küçükkoner: Sizin çocukluk döneminiz dini
eğitimin yasak olduğu yıllara rastlar. O dönemle ilgili bir
hatıranız var mı?
Baltacı: Yıl 1940. Altı
yaşındayım. Uluırmak’ta mezarlığa yakın bir yerde
oturuyoruz. Küçük ablam Maraş sokağına yakın Karaçor diye
bilinen bir hanıma cüz okumaya ve namazlık öğrenmeye
gidiyor. Hoca hanım çocukları evinin önündeki geniş avlunun
bir köşesinde okuturdu. Benim yaşımda bazı çocuklarda gelir,
namazlık okursa okur, çoğunlukla avluda oynarlardı. Bir gün
ben de ablamın peşine takıldım. O beni götürmek istemezdi.
Yalvara-yakara kabul ettirdim. Biz birkaç çocuk bir kenarda
oynuyorduk.
Çat kapı açıldı. İki bekçi, bir polis avluya girdi. Hoca
hanım tecrübeli imiş. Gelenleri görünce çocuklara:
-Arka kapıdan kaçın! diye seslendi. O zamanlar genellikle
avlular üzüm bağlarına açılırdı. Üzüm bağlarının arasında
duvar da yoktu. Dolayısıyla buralardan başka evlere
geçilebilirdi. Nitekim büyük çocuklar hemen kaçıştılar.
Şimdi düşünüyorum da o çocuklar tembihli imişler. Hoca hanım
kaçın der demez kayboldular…
Biz birkaç çocuk orada kalakaldık. Bizi şimdiki Vilâyet
binasına getirdiler. Emniyet müdürlüğü girişte sağda idi.
Bizi soldaki merdivenin bucağına durdurdular. Başımıza da
bir bekçi koydular. Bizi kuşluk vakti getirmişlerdi.
İkindiye kadar orada ağlaştık durduk. İkindi vakti
babalarımız geldi. İfadelerini ve bir daha
göndermeyeceklerine dair sıkı bir tembihten sonra imzalarını
aldılar ve bizi salıverdiler…
Küçükkoner: İmam- hatip okulu açılmadan Bulgurcuk tekkesi
diye bilinen Çimilli Hakkı Özçimi hocada hafızlığı
bitirdiğinizi biliyoruz. Hafız olmayı siz mi istediniz? Bu
konudan bahsedermisiniz
Baltacı: Babam Çumra’nın Alıssa köyünde çocukluk ve gençlik
döneminde okumak istemiş ama imkân bulamamış. İki yaşında
anneden, beş yaşında da babadan yetim kalmış. Gaddar bir
analık elinde çocukluğunu geçirmiş. Arkadaşları köy hocasına
okumaya giderler, ama analık onu göndermezmiş. Kuytu
yerlerde, samanlıkta arkadaşlarından, hatta kendinden
küçüklerden zar zor Kur’an okumayı, askerde de
arkadaşlarından yazı yazmayı ve hesap yapmayı öğrenmiş.
Askerden sonra sırf çocuklarımı okutayım diye Konya’ya
hicret etmiş. Kur’an-ı Kerim’i düzgün okumaya ve hafızlığa
adeta âşıktı. O’nun bu aşkı ve telkini ile isteyerek ve
severek hafızlığa başladım. Cenab-ı Hak zorlanmadan ve
emsalimden öncede bitirmeye muvaffak eyledi.
Aslında dersten bir sıkıntım yoktu. Bir gün Kamîl Yaylalı
ve merhum Abdurrahman Öznalcılar’la birlikte kurstan kaçtık
ve Karaaslan’a, kanalda yüzmeye gittik. Ertesi ve ertesi
günler de korkudan gidemedik… Babam Salih Öznalcılar amca
vasıtasıyla haberi alınca çok üzüldü. Önce hak ettiğim
dayağı attıktan sonra hem ağladı hem de kendi kendine
söylendi “Ya Rabbi, ben ne hata işledim ki bu çocuk böyle
yapıyor. Ben sırf çocuklarım okusun diye köyden geldim. Elin
ağır işlerinde çalışıyorum. Herhalde çok günahım var ki
çocuğum kurstan kaçıyor, affet Ya Rabbi” gibi sözler
söyledi. Babamı üzmüştüm. O’nun ağladığı o anı hiç
unutamadım. Ondan sonrada böyle bir durum olmadı. Dersten ve
okuldan dolayı O’nu hiç üzmedim.
Küçükkoner: Dinî tahsilinize başlamadan önce hıfzınızı ikmâl
etiniz. Dinî tahsilde hafızlığın öneminden bahseder misiniz?
Baltacı: Biz Türk’üz. Dilimiz Türkçe. Dinîmizin temeli olan
Kur’an-ı Kerim ve peygamberimizin hadisleri Arapça. Kur’an-ı
Kerimi rahat okuyan ve özellikle hafız olan kişi dinî
eğitimde ve ona hazırlık olan Arapça eğitiminde önemli bir
avantaja sahip oluyor. Bir defa kelimelere ve onların
telaffuz edilmesine bir yatkınlık kazanılıyor. Dinî terimler
ve hükümleri öğrenmek kolaylaşıyor. Dinî hükümlerin kaynağı
Kur’an-ı Kerim olduğuna göre hükümle kaynağı arasında
irtibat kurulması mümkün oluyor. Dolayısıyla kişinin ufku
açılıyor. İzah edilmesi mümkün olmayan kazançlar elde
ediliyor.
Ayrıca ayetlerin manası anlaşılmaya başlayınca manevî
zevkiniz ve dinî tahsile şevkinizi artıyor. Kur’an-ı Kerimi
ezbere okuyup bir şey anlamamanın ıstırabından
kurtuluyorsunuz. Sizi hafız diye başköşeye oturtuyorlar ama
siz din hakkında hiçbir şey söyleyemiyorsunuz. İşte bu durum
sizi dinî eğitime adeta zorluyor. Dinî eğitime başladığınız
zamanda zorlanmıyorsunuz. Hülasa, dinî eğitimde hafızlığın
önemi ifade edilemeyecek kadar büyüktür. Bir konuşma bir
vaaz esnasında ayeti kolayca, yanlışsız okuyabilmenin
rahatlığı hiçbir şeyle ölçülmez.
Küçükkoner: İmam-Hatip Okulunda hem tahsilinize devam
ettiniz, hem de görev yaptınız. Bu dönemden biraz bahseder
misiniz?
Baltacı: O devre resmi tahsil yapan din görevlilerinin az
olduğu bir dönem. Müftülük, vaizlik dahil bütün görevler
genellikle yapılan bir sınavla kazananlara veriliyordu.
İkinci sınıfta idik. Hafızlık hocam ve aynı zamanda
İmam-Hatip okulunda Kur’an-ı Kerim hocamız Hakkı Özçimi (biz
O’na Hakkı Efendi derdik) bir gün bahçede beni çağırdı:
- Arkadaşlarından imtihana girip görev alanlar oldu. Sen
niye imtihana girmiyorsun? Dedi. Ben:
- Kazanamam. Onun için girmiyorum, dedim.
Rahmetli hocam dudaklarını kendine has bir şekilde büzüp
hareket ettirerek:
- Kazanaman mı , kazanaman mı? Dedi. Arkasından “Sahip Ata
camiinin müezzinlik imtihanı var. Yarın gel istidanı ver!”
dedi ve yürüdü gitti. Çaresiz ertesi günü gittim, dilekçemi
verdim. Altına o zaman gerekli olan 16 kuruşluk pul
yapıştırdım. Bu 16 kuruş boşa gitti diye üzüldüm. İmtihandan
çıkınca katılanların konuşmalarını dinledim.
Kazanabileceğime o an kani oldum. Kazanmışım. 1952 yılında
Sahip Ata Cami müezzin-kayyımlık görevine resmen başlamış
oldum. O sırada 18 yaşında idim. Hafızdım, imam-hatipten
önce bir miktar da Arapça okumuştum. Atandığım bu kadrolara
“S” cetveli diyorlardı. Aslî maaş kadroları değildi. Belli
bir barem ve terfi sistemi yoktu. Verilecek ücreti hükümet
belirliyordu. O sırada 60 TL. alıyorduk. Daha sonraki
senelerde 75 TL.’ye
çıkmıştı.
Bu para çok bereketli idi. Masraflarımı karşıladığım gibi
kitap alabiliyordum. O zaman kitaplar çok pahalı idi.
Basılmıyordu. Fetret devri idi. Meselâ Elmalı tefsirini 105
TL.’ye Et-Terğip ve’t-terhib’i (4 cilt) 55TL.’ye almıştım.
Zengin bir aile olmadığımız için evimize de yardımım
oluyordu. O sırada çoğunu kendimiz çalışarak yaptırdığımız 2
odanın pencere ve kapı ücretlerini bu paradan vermiştik.
Bizim hem öğrenci hem de görevli olmamıza kanunî bir engel
yoktu. Nitekim Ankara’da, İstanbul’da aynı durumda olan
arkadaşlarımız vardı. Ayrıca o zaman iki resmî görevi almak
mümkündü. Hem imam hem Kur’an kursu öğreticisi; hem imam hem
memur olan kişiler vardı. Daha sonra bu durum yasaklandı ve
görevlerden birini tercih etmek zorunda kaldılar.
Küçükkoner: Yüksek tahsilinizi İstanbul Yüksek İslâm
Enstitüsünde tamamladınız. Yüksek tahsil döneminiz nasıl
geçti?
Baltacı: Yüksek tahsilimi askerlik görevimden sonra
1960-1964 yılları arasında yaptım. Enstitüye giriş
imtihanını kazandım. Rahmetli babam tahsilime devam etmemi
çok istemesine rağmen imkânı yoktu. Kayınpederim o sırada
görevli olduğum İplikçi Cami imam-hatipliğine devam etmemi
istiyordu. Ayrıca dükkândan bir hisse vererek ortak
yapabileceğini söyledi. Ancak benim mutlaka tahsile devam
etmek istediğimi öğrenince itiraz etmediği gibi elinden
geldiği kadar yardım edeceğini de söyledi. Onun için verdiği
bu cesaretten ve İstanbul’da görev alıncaya kadar yaptığı
yardımdan dolayı rahmetle anarım ve hep dua ederim.
Gündüzlü olarak tahsile başladım. Kabataş iskelesini
karşısında set üzerinde bulunan Ömer Avni Camiinde
kalıyordum. Bu camide Necati Günüç bir süre imamlık yapmış.
O sırada imam arkadaşımız Kâmil Yaylalı idi. İdris Öksüz
adlı bir de müezzini vardı. Rizeli idi. Arkadaş canlısı çok
iyi bir insandı. O’nun yardımını gördüm. Enstitü
imtihanlarına gelen pek çok arkadaşımıza da yardımları oldu.
Kısa bir süre sonra Taksimde Kazancı yokuşunun altındaki
Kazancı Camiinde görev aldım. Okulda çok yakındı. Yokuşun
alt tarafında idi. Caminin lojman olarak düzenlenen
sermahfelinde kalıyordum.
Enstitü döneminde unutamadığım iki olaydan bahsedeyim.
Farsça dersimize merhum Yamandede’den sonra İbrahim Kutluk
adında birisi gelmişti. Sol fikirli birisi idi. Konya mezunu
arkadaşların Farsça ders durumları oldukça iyi olduğundan
doğru dürüst dersle ilgilenmiyorduk. Bazı arkadaşlar kendisi
ile hafif fikir münakaşaları yapıyorlardı.
Yılsonu imtihanları başladı. Biz üçüncü sınıfta idik.
Dördüncü sınıfın imtihanı bizden bir gün önce idi. Sorular
çok zormuş… Bizim imtihan günü sınıf arkadaşlarımız boykot
kararı almışlar. Toptan imtihana girmeyelim veya hep
birlikte boş kâğıt verip çıkalım diye düşünmüşler; ikinciye
karar vermişler. Arkadaşlarımızın çoğunluğu yatılı idi.
Erken gelen gündüzlü arkadaşlara da haber vermişler. Ben tam
saatinde geldim. Herkes salonda idi. Rahmetli İbrahim Şener
yakınımda idi. Durumu haber verdi. Sebebini sordum. Hoca
Komünistmiş dedi. Çok canım sıkıldı. O sırada çevremdeki
birkaç arkadaşa, madem öyle yıl içinde boykot yapılması
lazımdı. İmtihanda zor soruyor diyemiyoruz ve başka bahane
ile boykot yapacağız. Ben katılmıyorum ve cevaplarımı
yazacağım dedim. İbrahim Şener, Süleyman Uğur ve birkaç
arkadaş daha boykota katılmadık. Diğer arkadaşlar boş kâğıt
verdiler ve çıktılar. Ancak idare bir tatsızlığa meydan
vermemek için hocanın işine son verdi ve imtihanları
geçersiz saydı. Bazı arkadaşlar bize biraz kırıldılar ama
haksız oldukları için fazla bir şey de demediler.
İkinci bir olayda Talebe Cemiyetine seçilmem. Rahmetli Ahmet
Gürtaş başkan. Yusuf Ziya Kavakçı, Nusret Vardar, Remzi
Yavuz… İyi çalışmalar yapıyoruz. Yurt içinde ve özellikle
yurt dışında yüksek seviyede dinî öğretim yapan kuruluşlarla
haberleşiyoruz. Bir karar aldık. Bizim hem aldığımız eğitime
aykırı hem de Enstitümüzün ilmi seviyesine zarar veriyor.
Kopya yapanlara engel olunsun. Rahmetli müdürümüz ve hocamız
Ahmet Davudoğlu’na arz ettik. İtiraz etti; “olmaz öyle şey”
dedi. Biz de “biz içindeyiz oluyor” dedik. “Bir örnek verin”
dedi. Remzi Yavuz atıldı. “Meselâ Cemalettin Akdere her
dersten kopya çeker” dedi.(Cemalettin’in babası da göçmen ve
hocanın ders arkadaşı) rahmetli hocamız “pekiyi, pekiyi ben
gerekeni yaparım” dedi. Biz ayrıldık. Hocamız Cemalettin’e:
- Şıh Cemalettin gel buraya! Sen derslerde kopya
çekiyormuşsun! Der. Cemalettin’in itiraz etmesi üzerine:
- Talebe Cemiyeti geldi ve seni şikâyet etti.
Tabi bu durum arkadaşlar arasında hemen yayıldı. Çok müşkül
bir mevkide kaldık. Biz neler düşündük. Müdürümüz A.
Davudoğlu işi ne kadar basite icra etti. Bereket yönetim
kurulundaki arkadaşlar sevilen kişiler olduğu için iş fazla
dallanıp budaklanmadı.
Bu olaydan şunu anladık. Kişinin ilim adamı olması,
faziletli, çok değerli bir insan olması başka, idarecilik
bambaşka bir şey. Hocamızın ilmi ahlâkı, fazileti herkesçe
müsellem. Bu yaptığı idarecilik görevi ile ve hatta İslâmî
açıdan bağdaşmayan bir durum. Zira haberdâr olunca tedbir
alması gerekirken almadığı gibi bizim öğrenci olmamıza
rağmen bu halisâne dileğimizi berakis edip bir arkadaşı
şikâyet gibi bir duruma indirgemesi kabul edilir bir durum
olmasa gerek. Bereket arkadaşımızda konu üzerinde pek
durmadı. Bizim yaptığımız işe işgüzarlık diye
düşünülebilirse de biz gerçekten iyi bir iş yaptığımıza kani
idik. Dini eğitimle ve dürüstlükle bağdaşmayan bu hastalığın
önlenmesi şart. Bu herkesin kabul ettiği bir gerçek… Biz
idareden teşekkür bile beklemiştik Ama olmadı. • Devam
edecek
Küçükkoner: İki dönem Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri
Yüksek Kurulu Üyeliğinde bulundunuz. Bu dönemde önemli
kararlar çıkmıştı. Kısaca bahseder misiniz?
Baltacı: Seçilerek iki dönem Yüksek Kurul Üyeliğinde
bulundum.1966-1968 ve 1978-1980. 633 sayılı kanundan önce
kurulun adı “Müşavere Heyeti” idi. İsim değiştirdiği için
onlarında seçime girmeleri istendi. Mehmet Oruç ayrıldı. Bir
daha Diyanete hiç gelmedi. Ahmet Hamdi Kasaboğlu, Osman
Keskioğlu, Dr. Lütfi Doğan, A. Aslan Aydın seçime
katıldılar. Sadece A. Aslan Aydın seçildi. Kazanamayan eski
üyeler ve A. Aslan Aydın, müktesep hakkımıza riayet edilmedi
diye dava açtılar. 1968 yılında seçim, Danıştay kararı ile
iptal edildi. Eski üyeler ve A. Aslan Aydın mahkeme kararı
ile yeniden kurul üyesi oldular. Daha sonra boş üyelikler
için yeniden seçim yapıldı. Biz bu devre dışarıda kaldık.
Başka göreve atandık. Meselâ Eskişehir Müftülüğü yaptık.
Bu iki yıllık devrede neler yapıldı? Önce prensipler
üzerinde duruldu. 633 sayılı kanun Diyanetin görevinin
“Toplumu Din konusunda aydınlatmak” olduğunu söyler.
Diyanet, faiz, içki, kumar, piyango haram diyebilir mi?
tartışması başladı. Eski heyet muameleye tabidir diyerek
cevap vermezlerdi. Yeni üyeler olarak biz dedik ki harama
haram … diye inanmakta şart. Biz uygulayın diyemeyiz, ama
haram olduğunu bildirerek aydınlatmamız görevimiz
cümlesindendir. Bu arada Prof. Dr. A.Himmet Berki ve anayasa
profesörü Turan Güneş vb. zevatla görüştük. Bu fikir kabul
edildi ve uygulamaya kondu. Diyanet tarihinde bu bir devrim
niteliğinde idi. Diyanette Kasaboğlu vb. sol görüşlü
insanların etkinlikleri ortadan kalktı. Önemli zihniyet
değişikliği oldu.
O zamana kadar diyanet görevlilerinin hiç birine ait
yönetmelik yoktu. Rahmetli edebiyat hocamız Kemal Or Milli
Eğitim Bakanlığı Yayınlar Genel Müdürü iken ziyaretine
gitmiştim. Milli Eğitim Yayınlarından olan Ferheng-i Ziya’yı
basmasının hizmet olduğunu söylemiştim. O hemen bastırdı.
Gerçekten çok önemli bir hizmet oldu. Bu arada Talim Terbiye
Heyetinin yönetmeliğinin baskısını yaptığını söylemişti. Bir
nüsha rica ettim. Ondan esinlenerek ilk defa Din İşleri
Yüksek Kurulu Yönetmeliğini hazırladık. Daha sonra Din
Görevlileri yönetmeliğini yaptık. Din görevlilerinin yaz
tatilinde öğrencilere, diğer zamanlarda müracaat edenlere
Kur’an-ı Kerim ve dinî bilgi öğretme konusu çok zorlukla
yönetmeliğe konabildi. Zorluk nerede idi? Tevhid-i Tedrisat
kanunu eğitim konusunu milli eğitime tahsis ettiği için
milli eğitimsiz eğitim yapamazsınız diye karşı çıkıyordu.
Örgün eğitim gibi gösteriyorlar, hâlbuki bunu bir yaygın
eğitim olduğunu göz ardı ediyorlardı. Hâlbuki bu bir okul
değil, diploma vermiyor ki. Diğer kurumların okullarına
müdahale edemiyor, ama Diyanetin bu hizmetine engel olmak
için uğraşıyorlar. En büyük engeli çıkaranlarda Talim
Terbiye Başkanı hem şehrimiz Zekâi Baloğlu ile o zaman uzman
olan Rıza Gardaş idi. Uzun mücadeleler sonucu din
görevlisinin cemaati ve cemaati olacak kişileri
yetiştirebilmesi için isteyenler Kur’an okutabileceği
maddesi kabul ettirilebildi. Onların onayı ile yönetmelik
resmen kabul edildi ve yayınlandı.
O zaman ki bir duyumumuzu arz edeyim. Bu konu kabul edilince
çok sevinmiştik. Din görevlisi arkadaşlarımız budan sonra
okutmadık çocuk bırakmazlar diye düşünmüştük. Önüne gelen
çocukları savsaklayacak ve kısa zamanda dağıtmak için fırsat
arayacak kişilerin olacağı hiç aklımıza gelmemişti.
Mücadelemizden birisi de, Türk Hava Kurumu gibi gelirini
fakire harcamayan kurum ve kuruluşlara zekât ve fitre
verilip verilmeyeceği ile ilgili idi. Evvelce Diyanet her
ramazan öncesi bir genelge gönderir, zekât ve fitrenin bu
kuruma verilmesi için cemaatin uyarılması emredilirdi.
Kurban bayramı öncesi de kurban derileri için… Diyanet bu
genelgeleri baskı ile ve zorla yapardı. Biraz da sol
tandanslı bazı kişilerin içerden zorlaması ile olurdu. Kurul
olarak biz buna karşı çıktık. Zekâtın kimlere verileceğini
Cenab-ı Hak belirlemiş. Bunu kimse değiştiremez. Yine
genelge gönderelim, vermek isteyenler sadaka ve diğer
yardımlarını vermeleri için teşvik edilsin. Yoksa bu
genelgeler müftü ve vaizlerimizi sıkıntıya sokuyor dedik.
Gerçekten de açık Kur’an emrine muhalif genelge
uygulanmadığı takdirde şikâyetlere, karışıklıklara,
çatışmalara sebep oluyordu. Nitekim ben de Akseki Müftülüğüm
sırasında hayatımın tek soruşturmasını geçirmiştim. Kurban
derisi ile ilgili konu da çok münakaşalı idi. Diyanette o
zamanki başkanımız merhum İbrahim Elmalı’nın cesur ve
kararlı tutumu Din İşleri Yüksek Kurulunun tavizsiz fetva ve
kararları ile bu meseleler halledildi.
Kurulda bulunduğumuz ikinci dönemde de karar alındı.
Bunlardan Rü’yet-i hilâl ile başörtüsü ile ilgili olanı çok
önemli. Önceleri mübarek günlerin tespiti de gerçekten
perişan bir halde idi. Bu işte kanunî sorumlu, Diyanet
salahiyetli olmamakla beraber, hem İslâm ülkelerine hem de
kendi ülkemizin şuurlu ve duyarlı insanlarına karşı biz
mahcup oluyorduk. Kurul bu hususta tarihi bir karar aldı.
Ama bu meselenin çözümünün şerefi tamamen o sırada reisimiz
olan Tayyar Altıkulaç’a aittir. Bundan dolayı Tayyar Bey’e
şükran borçluyuz. Dinî gün ve aylar kameri takvime göre
belirlendiği herkesçe malumdur. Bu husustaki salahiyet
tamamen Kandilli Rasathanesine verilmiş. Bu bir anayasa
maddesinin hükmü ve bu madde anayasanın değiştirilemeyen
ilkelerinden… Daha önce de Diyanet olarak müracaatlarımızda
bu hususla ilgili görüşmeyeceklerini, hicri ay ve
yılbaşlarını kendileri belirleyeceklerini ifade ediyorlardı.
O tarihten beri Diyanet ve Kandilli rasathanesi müştereken
çalışıp ilân ediyorlar. Bugün rahatlıkla oruç tutup bayram
yapabiliyorsak, Tayyar Bey’in sayesindedir ve O’nun bu
husustaki başarısı her türlü takdirin üzerindedir.
O günlerde başörtüsü konusu da alevlenmişti. Riyaset-i
Cumhur ve Devlet Başkanlığından gelen bir soru üzerine kurul
çok önemli bir karar aldı. Bu kararın metninin
hazırlanmasında İrfan Yücel arkadaşımızın katkısı büyük
olmuştur.
Küçükkoner: Diyanet İşleri Başkanlığında önemli bir
hizmetinizde yayınlar konusunda oldu. Bu dönemde neler
yapıldı?
Baltacı: Diyanet İşleri Başkanlığının hizmet birimlerinin
tamamı o tarihte Olgunlaşma Dairesi Başkanlığı bünyesinde
toplanmıştı. Bu hizmetlerden birisi de yayın hizmetleri idi.
Yayın hizmetleri için kurulan döner sermayenin sermayesinin
tamamı 50 bin lira idi. Diyanetin önceki tutum ve davranışı
olarak Sadettin Evrin Paşa ile Prof. Yusuf Ziya Yörükan’ın
kitapları basılarak sermayenin tamamı harcanmıştı.
Teşkilatın benimsemediği bu kitaplara karşı adeta sessiz bir
boykot vardı. Satılamıyordu. Döner sermaye dönemez olmuş,
donmuş kalmıştı.
O dönemde ben Olgunlaşma Dairesi Başkan Vekili idim. Diyanet
İşleri Başkan Vekili Lütfü Doğan ve Donatım Müdürü Arif
Mehmet Özdemir’in yardımları ile döner sermaye döner hale
getirilebildi. Evvelce dört sayısı çıkarılan Diyanet
Gazetesi ve Diyanet Dergisi düzgün bir şekilde çıkarılmaya
başlandı. Derginin Hz. Peygamberle ilgili özel sayısı takdir
topladı. Çok sayıda kitap basımı gerçekleşti. Sahih-i Buhari
Tecrid Tercümesinin ilk üç cildinin telif hakkı Cihat Baban
dan satın alındı. Cilt olarak basımı yapılmaya başlandı.
1954 yılında okul gezisinde Ankara’ya gitmiştik. Diyaneti
ziyaretimizde 3. cilt bulunamıyor diye söylediğimizde bize
bir ay sonra elinizde olacak demişlerdi. 1970 yılında o
cildi de bastırmak bize kısmet oldu. Kalem Güzeli adlı
şahane eserde o devre basılan yayınlar arasındadır. O devre
gerçekten bereketli bir dönem oldu.
Tahdis-i nimet olarak yurt dışındaki işçilerimizin dinî ve
din görevlisi ihtiyacını dile getiren ve Diyanetin hac
konusuna eğilmesi gerektiğine ilişkin ilk raporları
hazırlamak ve fikir alt yapılarını oluşturmak, Tayyar
Altıkulaç döneminde bize kısmet oldu.
Küçükkoner: Bir sürede yurt dışında din hizmetleri ataşeliği
görevinde bulundunuz. Oradaki önemli izlenimleriniz neler
oldu?
Baltacı: Yurt dışı Din Hizmetleri Ataşeliğini 1980-1984
yılları arasında yaptım. Avrupa’da Diyanet Teşkilatının
kurduğu ilk kuruluş Berlin Din İşleri Türk İslâm Birliği
(DİTİB) oldu. Tarafsız derneklerin ele geçirildiği ve
camilerde çeşitli siyasi havaların hâkim olduğu bir devre
idi. Devlet mülkü olan Berlin Türk Şehitliğinde hizmetleri
ve yönetimi üstlenmek çok zor oldu. Hayati endişeler
yaşandı. Berlin’de Şehitlikle beraber üç cami daha açmak
kısmet oldu. Görevden ayrıldığım son ramazanda gerginlik
azaldı. Milli görüş camilerindeki hocalar bizim camilerde,
bizim hocalar onların camilerinde vaaz ettiler. Ayrılığı
körüklemediğimizin meyvesini böylece almış olduk. Yurt
dışında çalışmak cazip gibi görünen fakat binlerce sorunun
yumak gibi birbirine sarıldığı bir garip konu. Çok hizmete
ihtiyaç var. İşçilerimizin benliklerini koruyabilmesi için
çok akıllı, şuurlu ve duyarlı olmaları şart…
Küçükkoner:Bir sürede Süleyman Arif Emre, Mehmet Özgüneş ve
Prof.Dr. Turhan Fevzioğlu’nun danışmanlığında bulundunuz ve
bu sırada doktoranızı tamamladınız. Bu dönemden de kısaca
bahseder misiniz?
Baltacı: Adana Bölge Vaizi iken Başkanlık Vaizliği
kadrosundan Bakanlık Müşavirliğinde görevlendirildiğime
ilişkin bir tayin kararnamesi çıktı geldi. Yaptığım
istişarelerde kritik koalisyon döneminde bazı hizmetlerin
olabileceği kanaati ile göreve başladım. Diyanet İdaresi ile
Selamet Partisi idaresinin birbirlerine zıt olduğu o devre
çok zor bir devre idi. Dindar insanlarda olsa siyasetin
insanlar üzerinde ki tesirini gözlemlemek imkânı oldu. Bizim
partili diye hatasından dolayı cezalandırılmış insanlar
müdafaa edilebiliyordu. Ceza gören insanlardan bazıları da
“ben falan partili olduğum için ceza verdiler” diyor, esas
sebebi gizliyordu. Bakanlık makamı ve çoğu zaman bazı
siyasilerle Diyanet arasında kalıyor, bir tatsızlık olmaması
için uğraşıyorduk. Bu durum bir sinir rahatsızlığı da
geçirmeme sebep oldu. Ama hamdolsun önemli bir problem
olmadı.
Ben müşavirlik görevine başladığım zaman Özel Kalem Müdürü
Ayla Hatırlı isimli bir hanımdı. Esas itibariyle Mehmet
Özgüneş zamanında bu göreve getirilmişti. Son derece
başarılı, iyi niyetli, çalıştığı kişiye ihanet etmeyen
mizacı sebebiyle Süleyman Akif Emre Bey O’nu
değiştirmemişti. Bakanlıkla Diyanet arasında önemli bir
anlaşmazlık yaşanmamasında bu hanım efendinin de çok önemli
bir rolü olmuştu. Ben de Ayla Hatırlı ve ekibi ile uyum
içinde çalıştım. Hükümet değişti ve Turan Fevzioğlu Bakan
oldu. O da Ayla Hanımla çalışacağını söylemiş. Beni aslî
görevime göndermek istemişse de Ayla Hanım, “Ahmet ağabeyin
başımızda bulunmasına müsaade buyurun” diye rica etmiş.
“Pekiyi” demiş. Ben orada olduğum süre içinde 2-3 iş dışında
bana herhangi bir görev vermedi. Ayla Hanım bana “sen bir
odaya çekil, doktoranla meşgul ol. Bir ihtiyaç olursa biz
seni çağırırız” dedi. Bu fırsatı değerlendirdim. Yazmakta
olduğum tezi burada ikmal ettim. Doktora tezimde kabul
edildi.
Küçükkoner: Emekli olduktan sonra bir süre Konya’da açılan
Haseki Tipi Selçuk Eğitim merkezinde müdür olarak görev
yaptınız. Haseki Tipi Eğitim ülkemize neler kazandırdı?
Baltacı: 1987 yılında emekli olmuştum. 1990 yılında Konya’ya
Haseki tipi bir eğitim merkezi açılması ve benim bir
vaizliğe tayinim ile müdürlüğü tedvir ile
görevlendirildiğime ilişkin bir kararname geldi. Yer olarak
Türk Anadolu Vakfına ait Sandıkçı Kız Kur’an Kursu uygun
görüldü ve orada eğitim başladı. Teklifim üzerine hadis
hocalığını kabul eden ve İstanbul’dan gelip Konya’ya
yerleşen Dr. Nurettin Boyacılar ile o sırada emekli olan
merhum Dr. Hüseyin Küçükkalay öğretim üyesi olarak göreve
başladılar. Bu iki değerli üstat çok faydalı oldu ve
eğitimin kalitesine müspet etki yaptılar.
Daha sonra Aydınlık semtinde bulunan Diyanet Vakfı Yurdunun
da içinde bulunduğu bahçeye projesi Diyanet Vakfı’nca
yaptırılan hizmet binası yapıldı. Mezunlardan imtihanla hoca
olabilecek gençler seçildi ve iyi bir eğitim kadrosu
oluşturuldu. Bu kadro hâlen göreve devam ediyor. Buraya
ayrıca oldukça zengin bir kütüphane de kazandırılmış oldu.
Küçükkoner: 1987 yılından beri Türk Anadolu Vakfı’nın
çalışmalarına katıldınız. İki dönemden beri mütevelli heyet
başkanlığını yürütüyorsunuz. Kısaca Türk Anadolu Vakfı’nın
faaliyetlerinden bahseder misiniz?
Baltacı: 1987 yılında emekli olup Konya’ya gelince
arkadaşlar Vakıfta beraber çalışmamızı istediler. İdare
amiri veya Genel Müdür gibi çalışmaya başladım. Prof.
Mustafa Uzunpostalcı Bey, 2005 yılında görev almayacağını
söyleyince arkadaşların tensibi ile başkanlığa seçildim.
Hâlen bu göreve devam ediyorum. Türk Anadolu Vakfı eğitim
amaçlı kurulmuş ve kamu yararına çalıştığı Bakanlar
Kurulu’nca kabul edilen ender vakıflardan birisidir. Eğitime
ve özellikle dinî eğitime önemli katkıları olmuştur. Merkez
İmam-Hatip Lisesi ile Şeyhulema’daki Karatay İmam-Hatip
Lisesinin mülkiyeti vakfımıza aittir. Yüksek İslâm Enstitüsü
açıldığı zaman eğitim binasını bu vakıf yapmıştır. Hâlen
İlahiyat Fakültesinin eğitim binası, camii ve yurdu
vakfımızca yapılmıştır. 4 adeti yatılı olmak üzere 14 Kur’an
Kursu ile ilgilenmekteyiz. Selçuk Üniversitesi Kampus Camii
tarafımızdan yapılmış ve 3 adet lojman temin edilmiştir.
Hâlen caminin giderleri vakfımızca karşılanmaktadır. Şu anda
çeşitli fakültelerde okuyan öğrencilere karşılıksız
burslarımız devam etmektedir. Bu sayı bu öğretim yılında
1001’e çıkarılmıştır.
Küçükkoner: Hocam, zaman ayırdığınız için size çok teşekkür
ederim.
Baltacı: Ben teşekkür ederim.
• SON •
Ahmet Baltacı kimdir?
1934 yılında Çumra’nın Alissa (Yenimescid) köyünde doğdu.
İlk tahsilini Konya Hakimiyet-i Milliye İlkokul’unda (1946),
hafızlığını Konya’nın o tarihlerde tek Kur’an Kursu olan
Bulgurcuk Tekkesi Kur’an Kursu’nda Hakkı Özçimi Hoca
Efendide bitirdi (1949). Bu arada Dorla’lı Nasır Koçak Hoca
Efendi’den bir miktar Arapça okudu. Bu hoca efendinin
teşviki ile 1951 yılında açılan Konya İmam-Hatip okuluna
kaydoldu. Tahsiline devam ederken 1953 yılında Sahip Ata
Camii’nde, daha sonra Sadreddin-i Konevi Camii’nde
müezzinlik, Tahtatepen Demirci Camii’nde imam-hatiplik
görevlerini ifa etti.
1959-1960 tarihleri arasında askerliğini yaptı. Terhisten
sonra Mart 1960 yılında ibadete açılan tarihi İplikçi
Camii’nin ilk resmi imam-hatibi olarak görev aldı.
Aynı yıl İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü giriş imtihanlarını
kazanarak yüksek tahsile başladı. 1964 yılında buradan mezun
oldu. Bu sırada Beyoğlu Kazancı ve Selime Hatun camilerinde
imam-hatiplik yaptı. 1964 yılında Akseki Müftüsü oldu. 1966
yılında yapılan seçimlerde Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi
seçildi. Bu görevi esnasında Diyanet Hizmetleri ile ilgili
ilk yönetmeliklerin hazırlanmasında görev aldı. 1968 yılında
Danıştay’ın kurul seçimlerini iptali sonucu kısa bir süre
Diyanet İşle Başkanlığı Arapça Mütercimliği’ne, daha sonra
Eskişehir İl Müftülüğü’ne atandı. Burada Müftülük binasının
yapımında ve İmam-Hatip Okulu Yaptırma Derneği’nde görev
aldı.
1970-1971 yıllarında Olgunlaştırma Dairesi Başkanlığı’nı
tedvirle görevlendirildi. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın
durma noktasında olan yayın hizmetlerinde görevler üstlendi.
Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih tercümesinin ilk üç cildinin
Diyanet’in mülkiyetine kazandırılmasında ve bir türlü
bitirilemeyen ikinci baskının yapılmasında, Diyanet dergi ve
gazetelerinin çıkartılmasında ve Diyanet adına ilk Kur’an-ı
Kerim basılmasında görev aldı. Hac kafilelerine dini rehber
adı ile ilk defa din görevlisi alma mecburiyeti getirilmeye
çalışıldı. 1971-1972 öğretim yılında Türkiye ve Ortadoğu
Amme İdaresi Enstitüsü (TODAİE) idarecilik kursunu bitirdi.
1972-1973 yılları arasında Adana’da Bölge Vaizliği yaptı.
1970’den itibaren 1978 yılına kadar Devlet Bakanları
Süleyman Arif Emre, Mehmet Özgüneş ve Prof. Dr. Turhan
Feyzioğlu’na danışmanlık yaptı. Bu arada Ebubekr b. El
Arabi’nin tefsiri hakkında hazırladığı tezle tefsirden
doktorasını ikmal etti.
1978 yılında yeniden Din İşleri Yüksek Kurulu Üyeliğine
seçildi. 1981-1984 yıllarında Berlin Din Hizmetleri
Ataşeliği görevinde bulundu. Almanya’da Diyanet İşleri Türk
–İslâm Birliği (DİTİB)’nin ilk defa Berlin’de kurulmasını
gerçekleştirdi.
Yurtdışı dönüşü 1987 yılına kadar Din İşleri Yüksek Kurulu
Uzmanı olarak görev yaptı. Bu tarihte müktesep hakkı olan
Kurul Üyeliğinden emekli oldu. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın
teklifi üzerine 1990 yılında Konya’da açılan Haseki Tipi
Selçuk Eğitim Merkezi’nde müdür olarak yeniden göreve döndü.
Selçuk Eğitim Merkezinin kuruluşunda, hizmet binasının
yapımında, araştırma kütüphanesinin oluşmasında hizmet aldı.
1999 yılında yaş haddinden emekli oldu.
1987 yılında Konya’ya gelişinden itibaren Türk Anadolu
Vakfı’nın çalışmalarına katıldı. Hâlen bu vakfın
başkanlığını yürütmektedir.
Evli, ikisi kız, ikisi erkek dört çocuk babasıdır.
KONYA İLİM VE KÜLTÜR
ADAMLARIYLA SÖYLEŞİLER
Ş. Funda KÜÇÜKKONER
|